14 Şubat 2012 Salı

sılanın hası; gurbetin aslı



Ol gün kanı ki gün gibi sûzân idüm sana
Olsan revâne sâye-i bî-cân idüm sana

Esrâr-ı kâ`inâta ezel cüradân iken
Ben hânkah-ı aşkda hayrân idüm sana

Ne gülde reng ü bû var idi ne sabâda fer
Ben gülşenünde bülbül-i nâlân idüm sana

Sen nâz ederdün ehl-i niyâza Medîne-vâr
Ben Ka’be gibi çâk-i girîbân idim sana

Şâhum Hayâlîyem ki cihân lâ-mekân iken
Ben bir mekân-ı hâsda mihmân idüm sana



Hayali, Osmanlı şiirinin uç noktalarından biri. Çoğu divan şairi gibi o da, bizi şiirleriyle hakikatin engin ummanında bir damla olmaya davet ediyor. Ne de olsa zerrece bir damla dahi okyanusa karıştığında artık o da okyanustur. Ve bütün damlalar zamanında okyanustan ayrılıp havaya karışmıştır. Asıllarına dönmeyi sabırla beklerler...



1.      Ol gün kanı ki gün gibi sūzān idim sana
Olsan revāne sāye-i bî-cān idim sana

         ( Sana güneş gibi yandığım; sen yürüyüp gitsen cansız gölgen gibi senden ayrılmadığım o günler nerede kaldı. )

         Hayali’nin bu gazeli tasavvuf ağırlıklı bir gazeldir. Şair “ol gün” derken insanların vücuden henüz yaratılmadığı ve Rab varlığı ile bir oldukları günleri kast etmektedir. Bezm-i Elest’e atıfta bulunmaktadır. Bezm-i Elest, tasavvufta Tanrı ile henüz vücuda gelmemiş insanların bir oldukları meclis olarak düşünülür. İsmi “Elestü bi rabbike…” ile başalayan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” mealli ayetten gelir. Allah Teâlâ insanlara bu soruyu sorunca bütün insanlar “Beli! ( Evet Rabbimizsin!)” demişlerdir. (Kalu bela)

         Şair bu mecliste cansız bir gölge gibi Rabbi’nin peşinden ayrılmadığını ve o günleri çok özlediğini söylüyor. Ve gazelin bütün beyitlerinde bezm-i elest günlerine göndermelerde bulunuyor.

2.      Esrār-ı kāinātta ezel curadān iken
Ben hān-kāh-ı aşkda hayrān idim sana

         ( Ezel, kâinatın esrarında şarap kabı iken; ben aşk tekkesinde senin hayranın idim. )

         Bu beyitte de Elest Meclisi söz konusudur. Elest Bezmi esrar çekilen bir tekkeye teşbih edilmiştir. Ancak çekilen esrar ile kâinat sırları anlatılmak istenmiştir. Allah Hz. Âdem’i yaratırken içine kendinden ruh üflemiştir. İnanışa göre doğan bütün insanlar içinde Tanrı’dan bir nefes taşır. Şair de beyitte buna atıfta bulunmuştur. Her insan Bezm-i Elest’te kâinat sırlarından bir nefes çekmiş ve dünyaya gelmiştir.

         Şair beyitte esrar ve hayran kelimelerini iki anlamda kullanmıştır. Hayran aynı zamanda esrar sarhoşu demektir. Yani şair henüz dünya yaratılmadan Allah aşkıyla kendinden geçmiş, O’na âşık olmuştur.

3.      Ne gülde reng ü bū var idine sabāda fer
Ben gülşeninde bülbül-i nalān idim sana

         ( Ne gülde renk ve koku ne de sabah rüzgârında tazelik vardı. Ben senin gül bahçende inleyen bir bülbül idim. )

         Şair bu beyitte gül ve bülbül hikâyesine göndermede bulunmuştur. Ancak yine arka planda Bezm-i Elest vardır. Âşık, bülbülün güle âşık olması gibi Allah’a âşıktır; ancak henüz ortada gül ve bülbül hikâyesinin en önemli öğeleri olan gül bahçesinde ne renk ve koku; ne de sabah rüzgârında tazelik vardır. Yani bunlar henüz yaratılmamıştır. Ama şair yine de bülbül gibi ağlayıp inleyen bir âşıktır.

         Şair dünya yaratılmamışken Allah’a âşık olduğunu bu beyitte gül ve bülbül hikâyesini ve bu hikâyenin en önemli motiflerini kullanarak anlatmak istiyor.

4.      Sen nāz ederdin ehl-i niyāza Medîne-vār
Ben Kā’be gibi çāk-ı girbān idim sana

         ( Sen sana yalvaranlara büyük şehirler gibi naz ederdin. Bense Ka’be gibi yakamı yırtmış sana buyur diyordum. )

         Şair bu beyitte yine Bezm-i Elest günlerine atıfta bulunarak ve Medine ve Ka’be şehirlerini imaj olarak kullanarak Sevgili ile kendi arasında bir kıyas yapmıştır.

         Medine aynı zamanda büyük şehir manasına gelir. Büyük şehirlerde yaşayanlar, dışarıdan gelen üstü başı yırtık, avare kılıklı insanlara hoş gözle bakmazlar. Büyük şehirlere dışarıdan gelip her isteyen istediği gibi yerleşemez. Ka’be ise hac mekânıdır. Her mevsim milyonlarca insanın ziyaretine açıktır. Şair bu iki şehir arasındaki bu tezadı şiirine çok iyi yansıtmıştır.

         Divan şiirinde aşığın gönlü Ka’be’ye benzetilir. Çünkü Ka’be Allah’ın evi, Beytullah’tır. Âşık da Gerçek Sevgili olan Allah’ın gönlünde yer edinmesini ister. “Yere göğe sığamadım; müminin gönlüne sığdım.” mealli bir hadis vardır. Âşık Allah’ın, daha doğrusu O’nun aşkının gelip gönlüne girmesi için yakasını yırtmış, yani açmıştır.

5. Şāhum Hayālîyim ki cihān lā-mekān iken
Ben bir mekān-ı hāsda mihmān idim sana

         ( Şahım! Ben Hayali’yim ki dünya henüz yaratılmamışken, halis bir mekânda senin misafirin idim. )

         Gazelin tasavvuf ağırlıklı olduğunu ve tamamında Bezm-i Elest’ten söz edildiğini söylemiştik. Bu beyitte Elest Meclisi “mekān-ı hās” terkibi ile anlatılıyor. Hayali bu meclisi has, özel bir mekân olarak tavsif ediyor. Has kelimesinin sözlük anlamlarından birisi “hükümdarın kendine mahsus olandır”. Şair Sevgili’yi hükümdara benzeterek iki kelime arasında bir ilişki kuruyor. Yani bu meclis tamamıyla Allah’a özgü bir mekândır. Aslında orda Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur. Diğer bütün ruhlar Allah’ın bir parçasıdır.

          Tasavvufi inanca göre Allah bilinmekliği sevmiş bunun üzerine evreni tecelli ederek yaratmıştır. Yaratılıştan önce her şey Allah’ın varlığıyla birliktedir. İnsanlar da dünyaya Allah’ın yanından gelmiştir. Yani insanların asıl sılası Allah’ın yanıdır. İnsan dünyada gurbettedir. Çoğu insan bunu bilmez. Ancak aşıklar sürekli bunun idraki ile yaşarlar. Görülüyor ki Hayali de bunun idrakinde olan âşıklardandır ve dünya gurbetinde sıla özlemi ile bu zarif  beyitleri söylemiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder