5 Aralık 2012 Çarşamba

Günün Şarkısı: You and Whose Army

dünyayı yurt edinenlerin topu birleşse kaç garib eder?

incendies'in açılış sahnesi eşliğinde radiohead söylüyor:







18 Ekim 2012 Perşembe

"derdim bana derman imiş" -bab 6-



   bahrine Aşk'ın dalmaya geldim
   şemine Yar'in yanmaya geldim

   men araf dersin okumak için
   mürşidi kamil bağıne geldim

   zühdü takvamı hiçe saymışam
   hamr-i vahdeti içmeye geldim

   aklı fikrimi Hakk'a vermişem
   mecnunum her an Leyla'ya geldim

    ilm-i leduni noktada gördüm
    ehl-i hal için feryada geldim

    Mutlu'nun yaşı sekseni aştı
    hiçlige talib olmaga geldim

    Mutlu Dede

22 Haziran 2012 Cuma

"yine de şiirdir beni ara sıra dinlendiren" -1-


nadir olan şey yok gibidir...

izmirli güzel şair ahmet güntan'dan...

ÖLÜM ÜLKESİNDE AŞK.

gece bir karşı varlıktı karanlığıma 
gece tanımsız bir bütünlük 
senin hayatını düşündüm 
sevmek sevgilinin suretini bürünmektir biraz da 

sonbahar uzaktan bakmaktı sana 
sonbahar yeniden ölüm 

mithatpaşa caddesi'nde yürüyorum 
kim bilir bu duyguyu kaçıncı kez yaşıyorum 
güzelyalı tenha bir gece olmuş izmir'de 
hep senin gözlerini görüyorum 
yaşamak yumuşak dikenlerinde yokluğunun 
ikimizde iki ayrı evrende iki ayrı barış 
bir uyumu eylemek zordur bunun gibi 
uyum yokluğuysa uyumsuzluğun 

sen yok gibisin 
yokluğunu kim tamamlayacak 
güzelyalı bir vapur olmuş körfezde 
sulara ışığını sürüyor yanılsama 
işte bir kavram sevgimi tamamlayacak 
yanılsama yansır içinde bir vapur penceresinin 
sevgilim gölgen gölgeni görüyorum senin 
kimse bilmeyecek yerini ölüm ülkesinin 
ölüm ülkesi karanlık bir gece 
kimsenin tanıklığı yok sevgimize 
gece kimsenin bilmediği bir ölüm ülkesidir 
sevgilim bu sonbahar günlerinde 

nadir olan şey yok gibidir

2 Haziran 2012 Cumartesi

Günün Şarkısı: I Talk to the Wind

böyle bir şarkı böyle bir video ile bir araya gelmişse eğer;
sadece susulur ve müşahede edilir...

king crimson'dan...



22 Mayıs 2012 Salı

Günün Şarkısı: Fesleğen

eski bir yıldızsın hiç sönmeyen
lacivert gecelerin koynunda
ümitlerimi yüreğimi besleyen
fesleğen uzaktaki fesleğen...

aykut kuşkaya'dan geliyor:


4 Mayıs 2012 Cuma

"derdim bana derman imiş" -bab 5-


           bilmiyorum ki bu nutk-ı şerifi hüsn-i terennüm eylerken
           Hazret hangi makamlarda hangi mertebelerdeymiş


Kâfire küfrümü verdim mümine imânımı
Zâhide zühdümü verdim fâsıka isyanımı

Sâlike verdim sülûküm münkîre inkârımı
Kâmile verdim kemâlim nâkısa noksânımı

Âlime ilmimi verdim câhile hem cehlimi
Âşıka aşkımı verdim ârife irfânımı

Humkumu ahmaka verdim muhlise ihlâsımı
Sâdıka sıdkımı verdim sofiye seyrânımı

Ey Cemâlî fârig ü âzâde oldum cümleden
Vuslatım ehline verdim ehline hicrânımı

Hz. Cemâleddîn-i Uşşâkî (k.s)

26 Nisan 2012 Perşembe

Günün Şarkısı: Moths


 Ve yazın ilk pervaneleri intihar eğilimleriyle geldiler...

Ian Anderson önderliğinde Jethro Tull'den geliyor:


23 Nisan 2012 Pazartesi

"Aşkın Pazarında Canlar Satılır"


       Başlamadan not: Örnek beyitler Cemaleddin-i Uşşaki hazretlerinin Nihal N. Karaman tarafından neşredilen Divanından alınmıştır.

             BÂZÂR-I AŞK

       Aşk pazarı, Aşkullah tâlibinin muhabbet alışverişi yaptığı yerdir. Muhabbet, elbette ki bir ücret karşılığında alınıp satılan bir şey değildir. Ne var ki âşık, aşkı uğruna fedakârlıklar yapmalı, bir takım şeylerden vaz geçmelidir. Talep ettiği aşkın karşılığında nelerden ferâgât edeceğini göstermelidir. Bu, bir nevî kendini aşka ispat etmektir. Aşk pazarı veya aşk çarşısı, bu fiilâtın gerçekleştiği yerdir.

            Tâlib, muhlis bir muhabbete sâhip olmak istiyorsa ilk önce aklı aradan çıkarmalıdır. Bilindiği gibi akıl, âşık ile mâşuk arasındaki güçlü mânevi bağı zedelemektedir. Zaten tasavvufî inanca göre akıl, Allah’a ulaşmak için yetersiz, aciz kalır. Hatta Allah yolunda sâlikin önüne taş koyar. Şu beyitte, Cemâlî Efendi hazretlerinin de benzer fikirlere sahip olduğu görülmekte:

            Çarsû-yı aşk içinde yagmalatdum aklumı
            Sûretüm fikrin kodum assı ziyân olmaz bana (20-2)

            Hazret, aşk pazarı içinde aklını yağmalattığını söylüyor. Aklını bir karşılık beklemeden yağmalattığını söylerken de aklın, aşk yolundaki kıymetsizliğini vurgulamak istiyor.

            Aşk pazarı, akıl dışında, aynı zamanda insanın bütün varını elinden çıkardığı yerdir. Öyle ki kişi, varını yoğunu bu yolda harcamaz ise âşıklık makamına erişemeyecektir. Âşık, bütün varını hiç pahasına verir. Bu, âkil gözlüğüyle bakınca zarar olarak gözükebilir. Ancak âşık bunu yapmaz ise, bu zarar içinde gizli olan kazancı göremez. Bütün varından, yani bütün dünyevi hevesinden zarar etmelidir ki bu zarar içinde gizli olan kazanca, yani Allah aşkına erişebilsin:

            Aşk bâzârında nakd-i vârını yoğa virmeyen
            Her ziyân içinde gizli sûda olmaz âşinâ (25-2)

            Aşk pazarında, âşık için aslında kâr veya zarar diye bir şey yoktur. Âşık burada bütün varını verip yokluğa ulaşır. Bu, onu Allah aşkına götüreceği için, zarar ile alakası olamaz. Kazancın da bir önemi yoktur. Çünkü artık onun mâşuku, yani sahibi Allah’tır. Bu makamdan sonra her şey O’ndan olacağı için, kâr veya zarar olması önemli değildir. Allah aşkını kazandıktan sonra bütün zararlar kâra dönmüştür:

            Aşkın girüp bâzârına nakd-i vârum virdüm bütün
            Aldum meta-ı yokluğu assı ziyânı neylerem (252-2)

            Bütün bu dünyevî şeylerden, mâsivâdan aşk pazarında yağmalatarak temizlendikten sonra, âşık artık en önemli varını fedâ etmek durumundandır. O da canıdır. Gerçi canın asıl sâhibi Mâşuk’tur. Bir âşık için bu böyledir. Bu haseple âşıkın canını asıl sâhibine teslim etmesi icâp etmektedir. Canını bağışlamak, cânâna vuslatı getirir. Cemâlî hazretleri de, bunu gördüğünü ve “Aşkın pazarında canlar satılır/Satarım canımı alan bulunmaz” misali canını derhal âşıklar pazarına götürdüğünü söyler:

            Cânâna visâl içün gördüm ki virirler cân
            Cânumı o âşıklar bâzârına tapşurdum (253-6)

12 Nisan 2012 Perşembe

"derdim bana derman imiş" -bab 4-

İhlas, Allah ile kulun arasında bir sırdır. Melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki bozsun. Allahû Teâlâ’nın kalblere vereceği ihsanlardan biri de ihlâs duygusudur. Kalblerin onun zikrinde takınacağı hulûs tavrı kadardır.


Hz. Pîr Cüneyd-i Bağdâdî

28 Mart 2012 Çarşamba

"yaz günleri beni hatırlamıyor"


bir türlü gelemeyen yaz günleri için 'özel' bir ağıt:


Akdeniz'in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi

kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa
ölünceye kadar bu daireden dışarıya ayak atamaz
hafız

yaz günleri beni hatırlamıyor.
salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca
yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin
geniş uykulardayım, muazzam uykularda
yılların zulmünden haberim yok
ne de sürgün taşralı kızlar korosundan
geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece
canımın ilmekleri arasından.

beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum akdeniz'e
meryemoğlu sanıp ben zavallı ademi
çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.
çok zaman önceydi ki otobüsler
mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına
nice yılgın havarilerle gidip geldi.
hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler karşısında harami
gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu bir tan çıkarmayı denedik
kayser makinasından
anneler
sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.

bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp
bahçelerin hayatına yerleştiren esrar
bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
ve ben güneş altında kendini bize öptüren neyse
gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde
aldanışların çölünde korkudan
denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.
bu kadar, bu kadardı akdeniz
aslı yokmuş dinlediklerimin
eski moda güneş sanrılarından
bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin.

yok ve yaz günleri beni hatırlamıyor
boğulmuş hüznü gösteriyor bana memelerinden
geçiyorum bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora
geçiyorum ayaklarım altında kumları hıçkırtarak
kara yaz! karanlık yaz! kararan vücutlardan
rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.


İSMET ÖZEL

25 Mart 2012 Pazar

23 Mart 2012 Cuma

"derdim bana derman imiş" -bab 3-

"Saadet o kimseyedir ki; kulların Allah'a yaklaştığı bir makam haline sahip oldu. Sonra orada durdu ve kullarını o makama davete başladı."

Hz. Muhibbîyü'l-Halvetîyü'l-Cerrâhî

16 Mart 2012 Cuma

Günün Şarkısı: Lotus Flower

Aşktan, sevinçten, mutluluktan, herhangi bir saçma sebepten dolayı dans edene şahit oldum; ancak hüzünden dans edeni ilk kez görüyorum. Adamımızın adı Thom York. Grubumuzun adı Radiohead:



7 Mart 2012 Çarşamba

"derdim bana derman imiş" -bab 2-



"Allah'ın rıza dalı, teslim ve tevekkül ırmağıyla sulanmayınca, ondan yemişleri ve nimetin devamı olan saadetin ebedi çiçeklerini toplamak mümkün olmaz. Ve ikbal çerağı, Allah'ın sabır ve tahammül ateşine yakın olmadıkça karanlıkta kalanlar ışığa kavuşmaz."


FUZULİ, Hadikatü's-Süeda

20 Şubat 2012 Pazartesi

Günün Şarkısı: Kuh

"Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma!" A'raf, 205

Replikas'tan geliyor:

-hayda rinna insaf eden; hayda rinna insaf eyle-

14 Şubat 2012 Salı

sılanın hası; gurbetin aslı



Ol gün kanı ki gün gibi sûzân idüm sana
Olsan revâne sâye-i bî-cân idüm sana

Esrâr-ı kâ`inâta ezel cüradân iken
Ben hânkah-ı aşkda hayrân idüm sana

Ne gülde reng ü bû var idi ne sabâda fer
Ben gülşenünde bülbül-i nâlân idüm sana

Sen nâz ederdün ehl-i niyâza Medîne-vâr
Ben Ka’be gibi çâk-i girîbân idim sana

Şâhum Hayâlîyem ki cihân lâ-mekân iken
Ben bir mekân-ı hâsda mihmân idüm sana



Hayali, Osmanlı şiirinin uç noktalarından biri. Çoğu divan şairi gibi o da, bizi şiirleriyle hakikatin engin ummanında bir damla olmaya davet ediyor. Ne de olsa zerrece bir damla dahi okyanusa karıştığında artık o da okyanustur. Ve bütün damlalar zamanında okyanustan ayrılıp havaya karışmıştır. Asıllarına dönmeyi sabırla beklerler...



1.      Ol gün kanı ki gün gibi sūzān idim sana
Olsan revāne sāye-i bî-cān idim sana

         ( Sana güneş gibi yandığım; sen yürüyüp gitsen cansız gölgen gibi senden ayrılmadığım o günler nerede kaldı. )

         Hayali’nin bu gazeli tasavvuf ağırlıklı bir gazeldir. Şair “ol gün” derken insanların vücuden henüz yaratılmadığı ve Rab varlığı ile bir oldukları günleri kast etmektedir. Bezm-i Elest’e atıfta bulunmaktadır. Bezm-i Elest, tasavvufta Tanrı ile henüz vücuda gelmemiş insanların bir oldukları meclis olarak düşünülür. İsmi “Elestü bi rabbike…” ile başalayan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” mealli ayetten gelir. Allah Teâlâ insanlara bu soruyu sorunca bütün insanlar “Beli! ( Evet Rabbimizsin!)” demişlerdir. (Kalu bela)

         Şair bu mecliste cansız bir gölge gibi Rabbi’nin peşinden ayrılmadığını ve o günleri çok özlediğini söylüyor. Ve gazelin bütün beyitlerinde bezm-i elest günlerine göndermelerde bulunuyor.

2.      Esrār-ı kāinātta ezel curadān iken
Ben hān-kāh-ı aşkda hayrān idim sana

         ( Ezel, kâinatın esrarında şarap kabı iken; ben aşk tekkesinde senin hayranın idim. )

         Bu beyitte de Elest Meclisi söz konusudur. Elest Bezmi esrar çekilen bir tekkeye teşbih edilmiştir. Ancak çekilen esrar ile kâinat sırları anlatılmak istenmiştir. Allah Hz. Âdem’i yaratırken içine kendinden ruh üflemiştir. İnanışa göre doğan bütün insanlar içinde Tanrı’dan bir nefes taşır. Şair de beyitte buna atıfta bulunmuştur. Her insan Bezm-i Elest’te kâinat sırlarından bir nefes çekmiş ve dünyaya gelmiştir.

         Şair beyitte esrar ve hayran kelimelerini iki anlamda kullanmıştır. Hayran aynı zamanda esrar sarhoşu demektir. Yani şair henüz dünya yaratılmadan Allah aşkıyla kendinden geçmiş, O’na âşık olmuştur.

3.      Ne gülde reng ü bū var idine sabāda fer
Ben gülşeninde bülbül-i nalān idim sana

         ( Ne gülde renk ve koku ne de sabah rüzgârında tazelik vardı. Ben senin gül bahçende inleyen bir bülbül idim. )

         Şair bu beyitte gül ve bülbül hikâyesine göndermede bulunmuştur. Ancak yine arka planda Bezm-i Elest vardır. Âşık, bülbülün güle âşık olması gibi Allah’a âşıktır; ancak henüz ortada gül ve bülbül hikâyesinin en önemli öğeleri olan gül bahçesinde ne renk ve koku; ne de sabah rüzgârında tazelik vardır. Yani bunlar henüz yaratılmamıştır. Ama şair yine de bülbül gibi ağlayıp inleyen bir âşıktır.

         Şair dünya yaratılmamışken Allah’a âşık olduğunu bu beyitte gül ve bülbül hikâyesini ve bu hikâyenin en önemli motiflerini kullanarak anlatmak istiyor.

4.      Sen nāz ederdin ehl-i niyāza Medîne-vār
Ben Kā’be gibi çāk-ı girbān idim sana

         ( Sen sana yalvaranlara büyük şehirler gibi naz ederdin. Bense Ka’be gibi yakamı yırtmış sana buyur diyordum. )

         Şair bu beyitte yine Bezm-i Elest günlerine atıfta bulunarak ve Medine ve Ka’be şehirlerini imaj olarak kullanarak Sevgili ile kendi arasında bir kıyas yapmıştır.

         Medine aynı zamanda büyük şehir manasına gelir. Büyük şehirlerde yaşayanlar, dışarıdan gelen üstü başı yırtık, avare kılıklı insanlara hoş gözle bakmazlar. Büyük şehirlere dışarıdan gelip her isteyen istediği gibi yerleşemez. Ka’be ise hac mekânıdır. Her mevsim milyonlarca insanın ziyaretine açıktır. Şair bu iki şehir arasındaki bu tezadı şiirine çok iyi yansıtmıştır.

         Divan şiirinde aşığın gönlü Ka’be’ye benzetilir. Çünkü Ka’be Allah’ın evi, Beytullah’tır. Âşık da Gerçek Sevgili olan Allah’ın gönlünde yer edinmesini ister. “Yere göğe sığamadım; müminin gönlüne sığdım.” mealli bir hadis vardır. Âşık Allah’ın, daha doğrusu O’nun aşkının gelip gönlüne girmesi için yakasını yırtmış, yani açmıştır.

5. Şāhum Hayālîyim ki cihān lā-mekān iken
Ben bir mekān-ı hāsda mihmān idim sana

         ( Şahım! Ben Hayali’yim ki dünya henüz yaratılmamışken, halis bir mekânda senin misafirin idim. )

         Gazelin tasavvuf ağırlıklı olduğunu ve tamamında Bezm-i Elest’ten söz edildiğini söylemiştik. Bu beyitte Elest Meclisi “mekān-ı hās” terkibi ile anlatılıyor. Hayali bu meclisi has, özel bir mekân olarak tavsif ediyor. Has kelimesinin sözlük anlamlarından birisi “hükümdarın kendine mahsus olandır”. Şair Sevgili’yi hükümdara benzeterek iki kelime arasında bir ilişki kuruyor. Yani bu meclis tamamıyla Allah’a özgü bir mekândır. Aslında orda Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur. Diğer bütün ruhlar Allah’ın bir parçasıdır.

          Tasavvufi inanca göre Allah bilinmekliği sevmiş bunun üzerine evreni tecelli ederek yaratmıştır. Yaratılıştan önce her şey Allah’ın varlığıyla birliktedir. İnsanlar da dünyaya Allah’ın yanından gelmiştir. Yani insanların asıl sılası Allah’ın yanıdır. İnsan dünyada gurbettedir. Çoğu insan bunu bilmez. Ancak aşıklar sürekli bunun idraki ile yaşarlar. Görülüyor ki Hayali de bunun idrakinde olan âşıklardandır ve dünya gurbetinde sıla özlemi ile bu zarif  beyitleri söylemiştir.

9 Şubat 2012 Perşembe

"derdim bana derman imiş" -bab 1-

değil dertten şikayet etmek; derdi derman edinen o kemal sahiplerini özleyip dertleniyor insan bazen.
yaranın içinde şifa bulan; şifadan safaya varan o tabibleri özleyip yaralanıyor insan bazen.
derman arayacağım derdime; derdimin bana derman olacağını anlayıncaya kadar
dert arayacağım kendime bu dermanımdır deyinceye kadar...


Yanmaktan usanmazam Mevlam pervane miyem bilmem
Hiç sonunu saymazam Mevlam divane miyem bilmem

Dil-hane harab oldu Mevlam yıkıldı türab oldu
Her canibi bab oldu Mevlam virane miyem bilmem

Nuri de mi dehşette Mevlam bahr-i gam-ı firkatte
Kariye mi hayrette Mevlam dürdane miyem bilmem

Aşık Nuri

5 Şubat 2012 Pazar

Günün Şarkısı: My Sunday Feeling

Sevgili İan Anderson bize atları, pervaneleri, ormanları, ıslak odunları, İrlanda'yı sevdirdi. Hüzünleri bile keyifle yaşattı. E o zaman en iyi yaptığı şeyi yine yapsın bu acayip pazar sabahında...


3 Şubat 2012 Cuma

yarı uyanık haldeyiz çakma bir imparatorlukta...

selamın kesirlisi afiyetin ecirlisi dostlarla olsun ki daima yanımızda olduğunu hissettiğimiz sıfatını hak eden, arkadaş, kardeş, anne, baba, kuzen, yeğen kim olursa olsun bunu hak eden sevgiliden başka birisi değildir dost.

ki yalnız kalmak istemeyiz çünkü selamın, felahın, ferahın dört bir yandan çevrelenip tutsak edildiği, hakikatin istiridyenin içindeki inci, ceylanın karnındaki misk gibi gizlendiği hayat sahnesinde bir başına rol kesmek harcımız değildir, biliriz. bildiklerimiz bileceklerimizin ispatıdır deyip böbürlensek de aciz ve eksik olduğumuzu taa şah damarımıza kadar hissederiz.

işte bir çakma imparatorluktayız. hakikate değer verilmeyen, kavramların birbirine girdiği, alçakların yükseklerde uçtuğu bu unsur aleminde yarı uyanık haldeyiz. yarı uyanığız çünkü beden elbisesi içinde aslımızı unutmuşuz, yarı uyanığız çünkü "bir kalbiniz vardır onu tanıyınız" diyen zarif adamı çok da kale almamışız.

amma ki uyanmak gerektiğini biliriz; ayık olmak gerektiğini, dinç olmak gerektiğini biliriz. bildiklerimiz uzayıp giderken artık biraz çabalamak gerektiğini, eskilerin deyimiyle say etmek gerektiğini fark etmek gözümüzü, kalp gözümüzü aralamanın ve bu uyuşuk halden silkelenmenin ta kendisidir.

bu minvalde, başlarken, çakma imparatorlukların şahı Amerika'nın bağrından yetişip, "çakma imparatorluktayız uleeyn" diye haykırarak vatandaşlarını ve soydaşlarını ayıltmaya çalışan ohiolu ses sanatçısı ve şair matt berninger ve ekibinden gelsin o zaman: