Ol gün kanı ki gün gibi sûzân
idüm sana
Olsan revâne sâye-i bî-cân
idüm sana
Esrâr-ı kâ`inâta ezel cüradân
iken
Ben hânkah-ı aşkda hayrân idüm
sana
Ne gülde reng ü bû var idi ne
sabâda fer
Ben gülşenünde bülbül-i nâlân
idüm sana
Sen nâz ederdün ehl-i niyâza
Medîne-vâr
Ben Ka’be gibi çâk-i girîbân
idim sana
Şâhum Hayâlîyem ki cihân
lâ-mekân iken
Ben bir mekân-ı hâsda mihmân
idüm sana
Hayali, Osmanlı şiirinin uç
noktalarından biri. Çoğu divan şairi gibi o da, bizi şiirleriyle hakikatin engin
ummanında bir damla olmaya davet ediyor. Ne de olsa zerrece bir damla dahi
okyanusa karıştığında artık o da okyanustur. Ve bütün damlalar zamanında okyanustan
ayrılıp havaya karışmıştır. Asıllarına dönmeyi sabırla beklerler...
1. Ol gün kanı ki gün gibi sūzān
idim sana
Olsan revāne sāye-i bî-cān
idim sana
( Sana güneş gibi yandığım; sen
yürüyüp gitsen cansız gölgen gibi senden ayrılmadığım o günler nerede kaldı. )
Hayali’nin bu gazeli tasavvuf
ağırlıklı bir gazeldir. Şair “ol gün” derken insanların vücuden henüz
yaratılmadığı ve Rab varlığı ile bir oldukları günleri kast etmektedir. Bezm-i
Elest’e atıfta bulunmaktadır. Bezm-i Elest, tasavvufta Tanrı ile henüz vücuda
gelmemiş insanların bir oldukları meclis olarak düşünülür. İsmi “Elestü bi
rabbike…” ile başalayan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” mealli ayetten gelir.
Allah Teâlâ insanlara bu soruyu sorunca bütün insanlar “Beli! ( Evet
Rabbimizsin!)” demişlerdir. (Kalu bela)
Şair bu mecliste cansız bir gölge gibi
Rabbi’nin peşinden ayrılmadığını ve o günleri çok özlediğini söylüyor. Ve
gazelin bütün beyitlerinde bezm-i elest günlerine göndermelerde bulunuyor.
2. Esrār-ı kāinātta ezel curadān
iken
Ben hān-kāh-ı aşkda hayrān idim
sana
( Ezel, kâinatın
esrarında şarap kabı iken; ben aşk tekkesinde senin hayranın idim. )
Bu beyitte de Elest Meclisi söz
konusudur. Elest Bezmi esrar çekilen bir tekkeye teşbih edilmiştir. Ancak
çekilen esrar ile kâinat sırları anlatılmak istenmiştir. Allah Hz. Âdem’i
yaratırken içine kendinden ruh üflemiştir. İnanışa göre doğan bütün insanlar
içinde Tanrı’dan bir nefes taşır. Şair de beyitte buna atıfta bulunmuştur. Her
insan Bezm-i Elest’te kâinat sırlarından bir nefes çekmiş ve dünyaya gelmiştir.
Şair beyitte esrar ve hayran
kelimelerini iki anlamda kullanmıştır. Hayran aynı zamanda esrar sarhoşu
demektir. Yani şair henüz dünya yaratılmadan Allah aşkıyla kendinden geçmiş,
O’na âşık olmuştur.
3. Ne gülde reng ü bū var idine sabāda
fer
Ben gülşeninde bülbül-i nalān
idim sana
( Ne gülde renk ve
koku ne de sabah rüzgârında tazelik vardı. Ben senin gül bahçende inleyen bir
bülbül idim. )
Şair bu beyitte gül ve bülbül
hikâyesine göndermede bulunmuştur. Ancak yine arka planda Bezm-i Elest vardır. Âşık,
bülbülün güle âşık olması gibi Allah’a âşıktır; ancak henüz ortada gül ve
bülbül hikâyesinin en önemli öğeleri olan gül bahçesinde ne renk ve koku; ne de
sabah rüzgârında tazelik vardır. Yani bunlar henüz yaratılmamıştır. Ama şair
yine de bülbül gibi ağlayıp inleyen bir âşıktır.
Şair dünya yaratılmamışken Allah’a
âşık olduğunu bu beyitte gül ve bülbül hikâyesini ve bu hikâyenin en önemli
motiflerini kullanarak anlatmak istiyor.
4. Sen nāz ederdin ehl-i niyāza
Medîne-vār
Ben Kā’be gibi çāk-ı
girbān
idim sana
( Sen sana
yalvaranlara büyük şehirler gibi naz ederdin. Bense Ka’be gibi yakamı yırtmış
sana buyur diyordum. )
Şair bu beyitte yine Bezm-i Elest
günlerine atıfta bulunarak ve Medine ve Ka’be şehirlerini imaj olarak
kullanarak Sevgili ile kendi arasında bir kıyas yapmıştır.
Medine aynı zamanda büyük şehir
manasına gelir. Büyük şehirlerde yaşayanlar, dışarıdan gelen üstü başı yırtık,
avare kılıklı insanlara hoş gözle bakmazlar. Büyük şehirlere dışarıdan gelip
her isteyen istediği gibi yerleşemez. Ka’be ise hac mekânıdır. Her mevsim
milyonlarca insanın ziyaretine açıktır. Şair bu iki şehir arasındaki bu tezadı
şiirine çok iyi yansıtmıştır.
Divan şiirinde aşığın gönlü Ka’be’ye
benzetilir. Çünkü Ka’be Allah’ın evi, Beytullah’tır. Âşık da Gerçek Sevgili olan
Allah’ın gönlünde yer edinmesini ister. “Yere göğe sığamadım; müminin gönlüne
sığdım.” mealli bir hadis vardır. Âşık Allah’ın, daha doğrusu O’nun aşkının gelip
gönlüne girmesi için yakasını yırtmış, yani açmıştır.
5. Şāhum Hayālîyim ki cihān lā-mekān iken
Ben bir mekān-ı hāsda mihmān
idim sana
( Şahım! Ben
Hayali’yim ki dünya henüz yaratılmamışken, halis bir mekânda senin misafirin
idim. )
Gazelin tasavvuf ağırlıklı olduğunu ve
tamamında Bezm-i Elest’ten söz edildiğini söylemiştik. Bu beyitte Elest Meclisi
“mekān-ı hās” terkibi ile anlatılıyor. Hayali bu meclisi has, özel bir mekân
olarak tavsif ediyor. Has kelimesinin sözlük anlamlarından birisi “hükümdarın
kendine mahsus olandır”. Şair Sevgili’yi hükümdara benzeterek iki kelime
arasında bir ilişki kuruyor. Yani bu meclis tamamıyla Allah’a özgü bir
mekândır. Aslında orda Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur. Diğer bütün ruhlar
Allah’ın bir parçasıdır.
Tasavvufi inanca göre Allah bilinmekliği
sevmiş bunun üzerine evreni tecelli ederek yaratmıştır. Yaratılıştan önce her
şey Allah’ın varlığıyla birliktedir. İnsanlar da dünyaya Allah’ın yanından gelmiştir.
Yani insanların asıl sılası Allah’ın yanıdır. İnsan dünyada gurbettedir. Çoğu
insan bunu bilmez. Ancak aşıklar sürekli bunun idraki ile yaşarlar. Görülüyor
ki Hayali de bunun idrakinde olan âşıklardandır ve dünya gurbetinde sıla özlemi
ile bu zarif beyitleri söylemiştir.